Çocuk Kitaplığı

Çocuk Kitaplığı

29 Ocak 2014 Çarşamba

Pal Sokağı Çocukları’nın Islığını Duyun: Arsa için Müdafaa Vakti!

Pal Sokağı Çocukları
Ferenc Molnar
Çeviri:  Zeyyat Selimoğlu
Resimleyen: Leonia Janecka
Can Yayınları
9 yaş ve üstü
Hüseyin Ozan Uyumlu
       
Siz ki, güzelim mavi göğün altında yaşamaya, sonsuz uzaklıklara alışkınsınız. Siz ki, koca apartman blokları arasında yaşamak zorunda değilsiniz.

Nasıl da hoyratça gelip geçti çocukluğumuz… Alışılmamış saatlerde sokakta olmak, hava kararınca bile girmemek içeri, nasıl da çabucak geçti? Kurduğumuz oyunlarda kendimizi paralar, canhıraş çabalardık. Sokak çocuğu muyduk? Evet, sokak çocuğuyduk. Misket, gazoz kapağı oynayan, tornet kayan, yol ortasında tek kale maç yapan sokak çocuklarıydık. Çiftliklerin, bağların yamaçlarında dünya dertlerinden azade koşardık. Peki, şimdi dallarına tırmanacağımız bir ağaç kaldı mı? Oyun oynadığımız alanlar “rezidans” olmadı mı? Büyük kent çocuğu için boş bir arsa ne demektir peki? İşte romanın sorusu bu. Şu avuç içi büyüklüğünde, verimsiz ve yamru yumru toprak, iki yapının arasında soluksuz kalmış şu sıkışık düzlük, sonsuzluk ve özgürlüğün simgesi: Arsa…
Sokakların arasında geniş bir oyun alanı olan bu Arsa, ona sahip olan Pal Sokağı çocukları ile onu ele geçirmeye çalışan Kızıl Gömleklileri karşı karşıya getirir. Pal Sokağı çocukları’nın kalesi olan Arsa’ya,  bayrak bile çekiliyor.  Kızıl Gömlekliler için de çok cazip bir yer bu Arsa ve zorlu bir mücadele bekliyor her iki tarafı. General Boka, Islıkçı Çonakoş,  Afilli Çele, Gereb, Kolnay, Vays, Barabas, Lejik ve Çiroz Erno Nemeçek... Yani yağlı kasketleriyle Arsa Çocukları… Karşılarında Botanik Bahçesi’nin Kızıl Gömleklileri: Ferenç Atş, Pastor Kardeşler, Sebeniç, Vendaver ve diğerleri…  Aslında hepsi de iyi, iyi çocuklar, bakmayın birbirleriyle alıp veremediklerine.  Kolay değil hayati bir çatışmanın içinde olmak.  Mücadele toprak kavgası, hatta yurt kavgası…  Arsanın geleceği çok önemli. Çünkü bir oyun yeri gerekli onlara… İşte o kadar… Gerisi cesaret meselesi, korkak olan kaybeder… Gelsin o zaman Kızıl Gömlekliler Pal sokağının üstüne, açılsın kapılar, başlasın hengâme…

23 Ocak 2014 Perşembe

Arsalar hep çocukların olsun!



Neslihan Şen

 Biliriz, Arsalardan evlere ya da biraz daha “şanslı doğmuşsa” alışveriş merkezlerine sürülen çocukların sınıfı aynı.

Başlığa bakınca aklınıza emlak, yatırım gibi konular gelmesin sakın. Bu arsa başka Arsa… Sözlüğe sorarsanız “üzerine yapı yapılmak için ayrılmış yer” ama bize konu olan Arsa’nın kıymeti ne rantının yüksekliğinde ne de üzerine yapılacak yapının değerinde. Bizim Arsa boşken daha kıymetli. Sokak aralarındaki o boş arsalarda kim bilir hangi hikâyelerin peşinde koşturan ne çok çocuk vardı bu topraklarda. Çok yıllar önce oturduğum evimin karşısındaki Arsada koşturan bizler gibi. Sadece Arsalar değil, sokaklar da daha fazla çocuklarındı.

Kentlerin bugün geldiği nokta en çok da Arsaları, sokakları ve parklarıyla çocukları yuttu. Sadece nefes almakta zorlandığımız bir grilik ya da üzerimize gelen kuşatılmışlık değil yok olan. Boş Arsalar yapılarla doldukça çocukların da hayallerine beton döktüler. Tuna’nın öte kıyısındaki macun çocukların, Pal Sokağı’ndaki Arsası’nı dolduran beton ile bizim buralardaki Arsaları dolduran betonun sınıfı aynı mıdır bilinmez. Ama biliriz, Arsalardan evlere ya da biraz daha “şanslı doğmuşsa” alışveriş merkezlerine sürülen çocukların sınıfı aynı.


Haziran’da sarıldığımız ağaçlar değildi sadece. İşte o boş Arsalara da sarıldık. Kendi çocukluğumuzunkiler ve şimdi bizim çocuklarımızın yepyeni hikâyeleri, maceraları yaşasın diye. Bugün evimin kıyısında boş bir Arsa var. İçinde hiç çocuk görmedim. Civardaki arabalara otopark vazifesi yapıyor. Etrafınıza baktığınızda ne kadar çok arsanın binalaşmaktan paçayı yırttıysa otoparka dönüştüğüne bir bakın, şaşıracaksınız. Boş Arsalar boş kalsınlar, park olsunlar. Okmeydanı’nda, Tuna’nın kıyısında, Çankaya’nın tepesindeki boş Arsaları, Berkin ve arkadaşları gelip doldursun. Arsa olsun, park olsun ama hep çocukların olsun!

15 Ocak 2014 Çarşamba

Yaşamak güzel şey peki ya isyan?

İki Kere Doğan Baron
Gianni Rodari
Resimleyen: Sedat Girgin
Çeviren: Yelda Gürlek
Can Yayınları
1.Basım Ekim2013
8 + yaş
Evrim Gökçe

 İki kere doğmak ister miydiniz? Üstelik ilkinde bolluk ve refah içinde, 94 yaşına dek yaşamış olsanız bile. 

Rodari’nin kahramanı Baron Lamberto, ikinci seferinde Lamberto Rönesans olmayı haklı çıkaracak şekilde “yeniden doğuyor”.  Yaşamanın çok güzel şey olduğu bizim buralarda da İtalyan kasabalarında da biliniyor.
Uzun yıllar önce bir Mısır tatilinde, 24 ayrı bankası olan zengin Baron Lamberto’ya bir efsane taşıyıcısı Arap  “insan, adı söylendikçe yaşar” der. Bir yanıyla “elbette öyle, Tolstoy, Beethoven nasıl yaşıyor sanıyorsunuz” diyebilirsiniz. Eğer aklınıza ilk gelen buysa ortalama soyutlama yeteneğine haiz, edebiyatta iyiyi, müzikte hem iyi hem ilericiyi seven birisiniz ancak Baron Lamberto kadar deneysel çabalardan nasiplenmemişsiniz demeliyiz.

Mısır tatilinde duydukları, Baron Lamberto’yu, biraz yaşamaya duyduğu dehşetli ilgi, biraz deneylere duyduğu sevecen merak dolayısıyla yeni bir istihdam alanı yaratmaya yöneltir. Tavan arasında 6 kişilik bir ekip kuran ve kahyası Anselmo’yu ekipten sorumlu kılan Lamberto, muhteşem bir düz mantıkla, bu 6 kişiye adını gün içinde aralıksız söylettiği bir görev tayin eder. Tavan arasında fısıltı ya da gürültü olmayacak şekilde, gün boyu Lamberto Lamberto Lamberto sesleri uçuşur.

Bizim biraz makaraya aldığımız bu yeni görev, son gülenin iyi güldüğü deyimi cümle içinde kullanmamıza vesile olacak kadar işe yarar. Baron Lamberto, bir sabah kaskabak kafa derisinde, kıvırcık ve sarı bir bebeklik saçıyla, bir başka sabah ritmik atan bir kalp, bir başka sabah ise boks turnuvalarına katılacak kadar sağlam bir vücutla uyanır.

Sonra sahneye Lamberto’nun paragöz yeğeni Ottavio (hoş Lamberto’nun 24 bankası düşünüldüğünde dayısından daha paragöz değildir denebilir) ve kandırılmaya çok müsait saftorik haydutlar intikal eder.  Haydutlardan daha haydut çıkan Ottavio’nun tavan arası emekçilerini uyku ilacıyla derin uykulara gömmesiyle birlikte, adı anılamaz hale gelen Lamberto, pat diye ölüverir.

Lakin Ottavio’nun sevinci kursağında kalır çünkü cenaze merasiminde hep bir ağızdan Lamberto diye bağıran kitleler, zengin baronun yeniden doğmasına neden olurlar. Öyle bir an gelir ki, Baron Lamberto ilk kez aşkını ilan edebilecek bir delikanlı, hatta kısa pantolonlu bir çocuk kadar “çocuklaşır”.

Yüreğimize Dokunan Derin Kalpler


Rico ve Oskar: Defolu Kalpler
Andreas Steinhöfel
Çeviren: Kazım Özdoğan
Tudem Yayınları, 1. Baskı, 2013


Özgül Kılınç


 Rico ve Oscar’ı hatırladınız mı? Hani daha önce bu sayfada Rico ve Oskar: Derin Gölgeler kitabını anlatmıştık ve bu iki çocuğa hayran kalmıştık. İşte, serinin bu ikinci kitabında ise Rico’nun derin yeteneğinin dünyasına sokuyor ve ister istemez ona ve arkadaşına ''dokunuyorsunuz.

 Rico ve Oskar'ın dostlukları dışarıdan bakan kimileri için garip, çünkü Rico kendi deyimiyle ''derin yetenekli'', dışarıdan bakan içinse ciddi bir zeka geriliği var. Oskar ise üstün yetenekli bir çocuk, dışarıdan bakan biri içinse o da garip. Duygusal dünyalarındaki yalnızlık ise onların birbirini tamamlayan çok sıkı bir ikili olmalarına yol açıyor. Rico belki alışıldık biçimde düşünemiyor ama insanların duygularını gerçek anlamda ''okuyor''. Kurduğu ''Haftalardır melodisi unutulan bir şarkı gibi annem'' cümlesi, annesinin üzüntülü, düşünceli halini nasıl da anladığını ifade ediyor.  Oskar’ın ise duygusal olduğunu söylemek mümkün olmasa da Rico'nun düşüncelerinin yetişemeyeceği çözümler bulmasına yardım ediyor. 

Oskar ve Rico bu kitapta tekrar buluştular dedik yaa, elbette macera kaçılnılmaz. İşte yeni macerada kaçak mal satanların, bu uğurda yaşlı insanların bingo tutkusunu, Rico'nun annesini nasıl kullandıklarını görüyoruz ve bizim ikilinin bu çetin durumla mücadelesini... Yalnız değiller elbet, eşini büyük unutkanlıktan kaybeden Bay van Scherten, depresyondan (Rico'nun deyimiyle gri duygu) Rico'nun yardımıyla sıyrılan Bayan Dahling en büyük yardımcıları. Rico, annesini bu zor durumdan kurtarabilecek mi? Peki ya babası olmasını istediği polis memuru Simon Bühl ne yapacak? Rico ve Oskar hem genç okuyucularımıza, hem de büyüklere bol macera ve yüreğe dokunma garantisi vadediyor.

8 Ocak 2014 Çarşamba

Çocuklar ve doğanın gözünden mülkiyet sorgulaması: Bir Şeftali Bin Şeftali


Bir Şeftali Bin Şeftali
SamedBehrengi
Çeviren: Mehmet Kanar
Resimleyen: Aysel Yıldırım
Say Yayınları, 2. Baskı, 2013
7+ yaş

 Hüseyin Ozan Uyumlu

Mülkiyetin sorgulamasını yapan Samed Behrengi, doğanın diliyle düşünmüş. Görece hareketsiz canlıların hikâyelerini canlandırmak zordur. Behrengi bir şeftalinin çekirdekten ağaca, ağaçtan şeftaliye nasıl dönüştüğünü, bizim göremediğimiz hareketlilikle nakış gibi işleyerek anlatmayı başarmış. 
 
Sahibali ve Pulad, çocuk doğasına uygun olarak, mülkiyet “kutsalı”nı kendiliğinden reddedip ağanın bahçesinde ellerini kollarını sallayarak gezen iki çocuk. Yerde buldukları bir şeftaliyi yemeleri, yeni bir hayat serüveninin de hikâyesini başlatacak. Bu hayat hikâyesi bir şeftali ağacına ait ve öykünün gelişimi doğanın kurallarına göre şekilleniyor. Öyle ki öyküdeki herkes doğasına göre davranıyor. Bir şeftali düşünün ki son zerresine kadar lezzetle yenmeyi isteyen.

Çocuk öykülerinin tema ve seyrini belirlemez mi çocukların merak duygusu. Çocuklar somuttan soyuta doğru düşünürler. Örneğin ağacın çiçek vermesini mısır patlağına benzetebilirler. Bildiklerinden yola çıkarak bilmediklerini çözmeye çalışırlar. Çünkü var olan gelişmeyi başka türlü açıklayamazlar. Bir meyvenin oluşumu soyuta kaçmadan nasıl anlatılabilir? Zaman zaman sıkıcı bir şekilde detaya girmesine rağmen Behrengi çocuklara bir çekirdekten bir ağaç nasıl olur, bunu somut bir şekilde anlatabiliyor.

Öykünün anlatıcısı bir şeftali. Şeftali dediysem bir zaman şeftali, bir zaman toprak altında çekirdek, bir zaman suya uzanan kök, bir zaman dallanıp budaklanan bir ağaç. Gelişimin gizemi kozmosun büyüsünün sıradanlığında gizli. Sıradanlıkta diyalektik materyalizmin dış dünyadaki varlığı, bilince yolculuğu, maddenin hareketi var: “İri, çetin çekirdeğim yeni bir yaşamı düşlüyordu. Daha iyisini söyleyeyim, ben yeni bir hayatı düşünüyordum. Çekirdeğim ayrı değildi benden”. Yaşamı içinde barındıran bir döngü var: “Ben belirli zamanlarda ölüyor ve tekrar diriliyordum.”, “Kendimi yok edip yeni bir şey olmuştum”. 

Hem Öyküye Hem Şeftali Can Veren Edebi Betimlemeler

Bir şeftalinin zorlu ve yaratıcı yetişme sürecinin anlatıldığı öykü, sona doğru boyundan büyük işler yapan çocuklara yöneliyor. Sahibali ile Pulad Yılanlar Vadisi’nde yılan ıslıkları arasında bir taştan öbür taşa atlarken; Yaşar Kemal’in “Yılanı Öldürseler”de dramını anlattığı “Hasan” canlandı gözümde. Behrengi de Yaşar Kemal gibi halk kültürü üzerine incelemeler yapmış, halkın masallarını derlemiş ve yeniden yazmış. Behrengi’nin zengin dili usta işi edebi betimlemelerde kendini gösteriyor.  Bazı bölümleri şiir gibi dokumuş: “Yanaklarının kırmızılığını görseniz mutlaka çıplak olduğu için utandığını sanarsınız”

Öykünün izleği ağalık ve toprak mülkiyetinin sorgulanması ekseninde çizilse de olay örgüsünde doğaya dair birçok anlatım var. Feodal toplumun sınıfsal çelişkileri ve oluşturduğu kırılmalar doğanın diliyle şekle bürünüyor. Paranın saltanatından ağaçlar da payına düşeni alıyor, yoksulluk ya da sefa: “Bu kadar çok para harcanan bir ağacın şeftalileri de elbette kıymetli olur”. Oysa ona vuran güneş aynı güneş, toprak aynı toprak değil midir: “Güzel kızım, güneşten kaçma. Güneş bizim dostumuz. Toprak bize gıda verir, güneş de onu pişirir... Güzel kızım, bir gün güneş yere darılır da parlamayacak olursa, yeryüzünde canlı diye bir şey kalmaz; ne bitkiler, ne hayvanlar”. Doğanın koruyan, ışıtan, yaşatan yüzünü öyküde görebiliyoruz: “Şimdi toprağın üstündeyim. Bu toprak, annemin annesi, benim annem, tüm canlı varlıkların annesiydi.”

Çizimler görsellik açısından renkli ve ilgi çekici değil. Renkli çizim ve çocuksu resimlemelerle daha etkili olabilirdi. Kitabın genelinde görünen sohbet havası okuyucuyu rahatlatsa da çekirdeğin filize evrimi fazla ayrıntısıyla çocukların ilgisini azaltabilir. Bu bölümde nadiren kullanılan uzun tümceler de çocukların düzeyine uygun değil: “Düşünüyordum kendi kendime: Tam bir çekirdekle eksik bir ağaç arasındaki fark, tam çekirdeğin çıkmaza girdiği ve değişmediği takdirde çürüyeceği, eksik ağacın ise önünde çok parlak bir geleceği olduğuydu”. 

Çocuklar İçin Lacivert İpek Helikopterler Uçuran Şair


Aritmetik İyi Kuşlar Pekiyi
Cemal Süreya
Resimleyen: Mustafa Delioğlu
Yapı Kredi Yayınları, 2011,
7+ yaş
  Işıl Kızılırmak

Sol kıyımızın köşesinde dizeleriyle bize seslenen sevgili Cemal Süreya’ı  çocuklar için yarattığı rengarenk dünyayla ölüm yıldönümünde anmak istedik. Ve elbet “ Hayat kısa, kuşlar uçuyor”

Aritmetik İyi Kuşlar Pek İyi Cemal Süreya’nın Çocukça Dergisi için kaleme aldığı yazılarının derlemesi. Çocuklara Türkiye’nin illerini yunus balıklarının, saat kulesinin diliyle;  romanı, şiiri  otobüslerdeki insanların özlemleriyle anlatan  Süreya,  bilgiyi hayalcünün peşinde yolcuğa çıkarmış yazılarında.

Cemal Süreya çocuklara seslendiği ilk yazısında; annesinden defalarca dinlediği Kerem ile Aslı öyküsünden,  halasının oğlu ile yazdıkları metinlerin kendisine verdiği hazzın yazar oluşunun başlangıcı saymasından , canciğer kelimesiyle kazandığı ödülden yola çıkıp yazarlık yolculuğundan söz eder. Sonraki yazıların yelpazesi hayli geniştir. Çocuklara Küçük Prens, Kırmızı Balon, Alis Harikalar Ülkesinde, Define Adası, Gülliver’in Yolculukları, Robinson okumalarını salık verir;  bu kitapları bulamazlarsa ellerine geçeni okumalarını, onu da yapamazlarsa kendisine mektup yazmalarını söyler. Haritada rastgele seçtiği bir adaya yolculuk yapmaya karar veren Ali ile birlikte Türkiye’yi,  dünyayı anlatır; hiç sıkmadan.  Dostlarıyla sohbet ediyormuşcasına büyük şairleri, önemli ressamları ve resme ilişkin fikirlerini anlatır diyaloglarla. Masallardaki üvey anne imgesini eleştirir; insanı sevmenin değerinden, sevginin nasıl büyüdüğünden söz eder. Birer cümleyle Ayasofya’yı, Danimarka’yı, Eskişehir’i, Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı anlatır. Trabzon’da bir taka kutlamasına ayışığı eşlik ettği için sevinir, Mersin’de bir çam ağacı dallarının kesilmemesi için dilekçe yazar, Bursa’da Yeşil Cami Edirne’deki Süleymaniye Camii’siyle haberleşmek istemektedir yeni yıl yazısında.  Çocukların günlük yaşantılarıyla okulda öğrendiklerini keyifli bir oyunla birbirine bağlar:   “ Bir an bütün ders kitaplarının sokakta yürüdüğünü düşündü. İşte adam cebinden para çıkarıyor, karşılığında büfeciden kağıt mendil alıyor. Sosyal Bilgiler’den çıkmış ikisi de. Konuşunca Dilbilgisi çıkıyor ortaya. Büfeci parasının gerisini adama veriyor: Bu da Aritmetik”  Tıklım tıklım dolu otobüslerdeki her insanın ayrı özlemleri roman oluyorsa, şiir de bütün bunların kendisinde uyandırdığı güzel duygudur dedirtir elinde okul çantasıyla yürüyen öğrenciye.

1 Ocak 2014 Çarşamba

Her daim bizim: Küçük Prens

Küçük Prens’in Güzel Hikayesi
Yazan ve Resimleyen: Antoine de Saint-Exupery
Çeviri: Ali Bilgin, Sumru Ağıryürüyen, Esra Kökkılıç Bal
Mavi Bulut Yayınları, Eylül 2013
7+ yaş
Mehmet Özçataloğlu
Çocukluk kahramanlarımızın en sevilenlerinden Küçük Prens, yetmişinci yaşını kutlaması vesilesiyle tam metin ve özel eklerle yeniden basıldı. Biz de bu durumu fırsat bilerek kahramanımıza bir selam göndermek istedik.
Antoine de Saint-Exupery’nin ölümsüz eseri “Küçük Prens”in ülkemizdeki en nitelikli çeviri ve baskısını yayımlayan Mavibulut Yayıncılık, eşsiz bir eseri yeniden yayımladı. New York’ta bir otel odasında yazılan ve yayımlandığı günden bu yana milyonlarca insanın kalbini fetheden ve her geçen gün de fethetmeye devam eden Küçük Prens’in bu yıl 70. yaşı kutlanıyor. Tüm dünyada aynı anda özel bir basım yayımlandı bu kitap için. Ülkemizde de bu güzelliği Mavibulut Yayıncılık sergiliyor. Bu özel basımda Küçük Prens’in tam metni, yayımlanmamış bölümü, Exupery’nin taslak çizimleri, kitabın yazılış hikâyesi, makaleler, anılar ve edebiyat dünyasından önemli isimlerin değerlendirmeleri yer alıyor. Sözün kısası tam anlamıyla bir kült eser.
Küçük Prens’i “Le Petit Prince” olarak Fransız kökenli olarak biliriz. Aslında öyledir de. Fakat Birleşik Devletler’de “The Little Prince” olarak daha önce basılır ve yayımlanır. Burada hazin durum da vardır aslında. Çünkü İngilizce basım yazar yaşıyorken yapılmış iken, Fransızca basım yazarın ölümünden sonra yapılmıştır. Exupery, yazdığı dilde, anadilinde kitabını görememiştir!

Zıtlıklar üzerine eğlenceli bir senfoni!


Lataşiba: İki Kentin Arasında
Yazar: İrem Uşar
Resimleyen: Sadi Güran
Günışığı Kitaplığı, 2013
8+ yaş

 Gökçen Düzkaya
Gündüz geceye, gece gündüze kavuşur.  Kuşlar, ağaçlarına, kurbağalar nehirlerine, darlar genişlere, genişler darlara…
Her şey bir kitapla başladı, bir gölge oyunuyla sona erdi.  Yok yok öyle demek doğru olmaz. Daha öncesi ve daha sonrası yok mu bu işin? Başlangıçlar ve sonların da nedenleri ve sonuçları yok mu? Elbette var! Mesela bizim Şibanların ve Latanların içlerini kemiren merak duygusu. Onlar da kim? Hemen söyleyelim. Latanlar Lata’da yaşayanlar, Şibanlar da Şiba’da… İlki genişlerin  diğeri de darların ülkesi. Aralarında devasa surlar var.  Bir Şiban için her şey çok dar. Tek kişilik. İki kişi yolda karşılaşırsa biri duvara yapışıp diğerine yol vermek zorunda. O derece yani…  Ve her şey yasak bu arada. Bir Latan için de her şey alabildiğine geniş, yasak ne demek bilmezler ki…

Şu iç kemiren meraka dönelim. Bizim Şibalı çocuklara görünen, kütüphaneye “Şiba’nın Uzak ve Hür Ovası” adlı bir kitap bırakan gizli kahramandan önce de merak vardı. Zaten her şey o merakla başladı. Gelin görün ki merak etmek yasak! Yasak da bir yere kadar canım! Ha bir de duvarın öbür tarafından gelen cam kurbağası var. Veriler birikir. Artık harekete geçme zamanıdır. Duvarın arkasında ne vardır?

Biz Şibalı iki yaramazı orada bırakalım şimdilik. Bakalım Lata’da neler olmaktadır? Bir gece bu genişler ülkesinde bir Ay partisi verilecektir. İki ağacın arasına ressamların türlü renklerle bezdikleri Aykuşu resmedilir. Çarşaf gerilmeye başladıkça gözler kuşa çevrileceğine çarşafa yansıyan dar ve uzun binalarıyla, surlarıyla, her şeyiyle tastamam bir kente yönelir. Herkesin ağzı açık kalmıştır. Yöneticiler bu işin bir şaka olduğunu söylerler. İnsanlar buna inanırlar. Ama merak orada da daha önce başlamıştır. Duvarın arkasında başlayan merak çarşafın düşüyle buluşunca… Daha önce hiç görülmeyen bir şey görülmüştür sonuçta. Merak etmemek mümkün mü?

Burada yazarımız müthiş bir soyutlama yaparak gölgeleri sokuyor devreye. Şlopgen- bir Latan-kendi giremese de hayalet şehre gölgesini düşürüyor çarşafa ve böyle girmeye çalışıyor yasak şehre. Yasak? Bir Latan’ın hiç alışık olmadığı bu söz damdan düşer gibi düşüyor Şlopgen’in başına. Anlıyoruz ki yasaklar, birilerinin işine gelmeyince devreye giriveriyor. Yani birileri sırlar saklıyor!