Çocuk Kitaplığı

Çocuk Kitaplığı

1 Mayıs 2013 Çarşamba

Günışığı Hoşçakal



Günışığı Hoşçakal  
 Ülkü Tamer 
 Resimleyen : Ahmet Kaygısız
Can Çocuk Yayınları - 2012
 72 Sayfa
Evrim Gökçe


İlk basımı 1985 yılında yapılan “Günışığı Hoşçakal”ı , 2013’ün 1 Mayıs gününde yeni baskısıyla tekrar hatırlıyoruz. Ülkü Tamer’in bu güzel kitabı, çocukları da tıpkı aileleri gibi köleliğe mahkum edenlere inat, günışığına tutunanlara armağan olsun.
Bazen, çocuğunuzu her şeyden asude yetiştirmek istediğiniz olmaz mı? Bırakayım biraz
bencil, biraz kendinden ibaret, kaygısız ve biraz başkalarının yanan canlarına yabancı
olsun demez misiniz…
Ama biliyoruz, bu satırları okuyan ey yetişkin okur, siz de iyi birisiniz ve çocuğunuzun
“Kalpsiz Ceyar (JR)” olması içinize pek fena dokunur, kayıtsız kalamazsınız.
Ülkü Tamer’in kitabı “Günışığı Hoşçakal” ilkokul çağında çalışmak zorunda kalan çelimsiz
lakin kostak çocuk Muharrem’in bir gününü anlatıyor.
Babası patrona ayıp olur diye sendikalanmayan Muharrem, okulda öğleci olduğundan
sabahları bir odun atölyesinde, akşamları da bir sinemada çalışıyor. Muharrem’in o yaşında
yere seksek çizgileri çizmesi, saklambaçta gözlerini yummasına yardım etmesi gereken
minnacık elleri koca koca odunları kesiyor. Yalnız elleri mi, müzik derslerinde, okul
korosunda tatlı ve komik şarkıları duyması gereken kulakları, odun kesen bıçkı makinasının
uğultusundan, ilk derste öğretmenini duymasını engelleyecek kadar sağır oluyor.


Gazete okumak günah!


Günlerden bir gün, Muharrem’in yakasına, Güneş annenin yavrucağı Günışığı konuyor.

Ne aydınlık ne sıcak arkadaşlık ki gün boyu beraber geziyor ikisi. Birlikte okula gidiyorlar,

asık suratlı müfettişin zihinden problemlerini Günışığı’nın yardımıyla şıp diye biliveren

Muharrem, bu suratsız adamı bile gülümsetiyor.

Muharrem’in öğretmeni, her gün gazete okumalarını ödev verdiği öğrencilerinden günün
haberlerini alıyor Günışığı’nın şaşkın bakışları altında. “Gazete okumak günah” diyen cami
hocasının inadına, tüm çocuklar parmak kaldırıp memleketten bir haber veriyor.
Neyse ki onların Zeki öğretmeni var da, bilgisiz sofuya kanmıyor çocuklar, ha bu arada,
gözümüzden kaçar sanmayın, keşke her yerde Zeki öğretmenler olsa diye düşündünüz değil
mi?
Muharrem’le önce odun atölyesine, sonra okula sonra da çalıştığı sinemaya giden Günışığı
durmadan konuşuyorlar. Muharrem buralarda çocuk olmayı, Günışığı da Güneş annenin
çocuğu olmayı anlatıyor arkadaşına. Günışığı’nın sesini Muharrem’den başka kimseler
duymadığından, “bu çocuğa bir haller oldu bugün” diye düşünenler de oluyor elbet.

Benim nerem çocuk...
Çehov’un duvarda asılı silah hikayesini bilirsiniz, o silah göründü mü, illaki patlayacaktır.
Muharremciğin hikayesinde de duvarda asılı silah, babacığının sendikasızlığıdır.
Patrona ayıp olur diye sendikalı olmayan baba, işten atılıveriyor.
Muharrem babacığına yapılan haksızlığa öyle üzülüyor öyle yüreği buruluyor ki, koşa koşa
kaçar gibi Örnektepe’ye çıkıp, uzanıyor yüzükoyun çimlere.
Soruyor Günışığı’na, “neden geldin de benim yakama kondun ki” diye. Sanki içinden, “benim
gibi mutsuz bir çocuk, neden heyecanlandırır ki Günışığı’nı” diyor…
Günışığı yapıştırıveriyor cevabı Muharrem’e, “iyi ki senin yakana konmuşum, iyi ki bir araba
camına değil, senden çok şey öğrendim, çocukların da acı çektiğini öğrettin bana” diyor.
“Benim nerem çocuk, kendimi bildim bileli çalışıyorum” derken Muharrem, gözünüzün
önüne memleketinizin çocukları geliyor. Annesine nazlanamayan, babasına şımaramayan,
“evin küçüğü” sıfatını bir türlü kazanamayan, “hayatını kazanma” derdindeki çocuklar.
Günün batması, Günışığı’nın gitmesi demek oluyor. Muharrem’in tatlı arkadaşı “ağlama
Muharrem” diyerek, yavaşça kayboluyor.
Tekrar size dönelim. Muharrem’in ellerini, kulaklarını nasıl kurtaracağız. Günışığı’na
çocukların da acı çektiğini değil de, hep şarkılar söyleyip, resimler çizdiklerini, dans edip
renkli ve tazecik meyveler yediklerini, çocukların asıl işinin bu olduğunu nasıl anlattıracağız
Muharrem’e.
 
Çocuklarımızı ne vakit “birbirini duyan” çocuklar olarak büyüteceğiz?
Hikayemizde, duvarda asılı olan bir silah değil de rengarenk bir natürmort ne zaman olacak?
Bir de elbet, Ülkü Tamer’e nasıl teşekkür edeceğiz…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder