John Steinbeck İnci 12 yaş ve üstü |
Hüseyin Ozan Uyumlu
Umut ve umutsuzluk arasında sallanan satırlar, sizi de bir o yana bir bu yana sallayacak.
Bu
bir kurtuluş mücadelesinin öyküsü. Yoksulluktan, ezilmişlikten, insan yerine
koyulmamaktan kurtuluşun mücadelesi.,,
Derin
doğa betimlemeleriyle başlıyor “İnci”, ama çocuk veya gençlerin dağarcığına çok
uzak değil. “La Paz”: Sömürgeleştirilmiş, halkına boyun eğdirilmiş bir doğa
harikası… Doğal yaşamın içinde keçilerle, horozlarla, yaban güvercinleri ile ve
zehirli akreplerle birlikte yaşayan, geri bıraktırılmış bir halk… Zehirli
akrebin sokmasıyla ölüme yaklaşan küçücük bir çocuk: Coyotito… Babası Kino ve
annesi Juana’nın zorlu hikayesi böyle başlıyor. İşte onların türküsü bu…
Doktor
mu? Doktor var elbet. Rahat koltuğunda oturup yağ biriktiren, parası olmayana
bakmayan bir koca göbekli doktor var elbet. “Kasabada taş evlerde oturan zengin
ailelere bakan bir doktor niye baksın onlara? “Gelmez” dedi alandaki insanlar.
“Gelmez” dedi kapıdaki insanlar. “Doktor gelmez” dedi Kino, Juana’ya… Zaten
insan yerine bile koymuyordu doktor onları, hayvan varmış gibi davranıyordu
karşısında, Kino ve onun soyundan olanlara.
Kino’nun
dünyada sahip olduğu en değerli şey kanosuydu, ekmek teknesiydi kano onun.
Denizin dibine kendini bir taşla çekip, inci buluyordu. Buluyordu bulmasına ya,
aslında tek bir tüccara çalışan “inci lobisi” yok pahasına alıyordu cânım
incileri ellerinden. Ama bu inciyi veremez Kino. Bu kez vermez, doğanın bir
lütfu gibi bulduğu dünyanın en güzel incisini. Çünkü inci, bebeğinin canını
kurtaracak. Çünkü inci onun canı. Bu inciyle yaşayacak bebek, okula gidebilecek
ve okuduğu gerçekleri anlatacak babasına da. Kandıramayacaklar artık onları.
Hem güzel giysiler ve bir tüfek alacak. Kilisede evlenecekler Juana’yla. Mutlu
bir hayat yaşayacaklar. Ama inciyi nerede paraya çevirmeli? Başkente gitmesi
gerek Kino ve Juana’nın. Başkentte hayatlarını kurtarabilecek parayı almayı
umuyorlar. Hem inciyi çaldırma korkusu hem yolculukta yaşananlar tam bir
serüven akışına sokuyor insanı. Acaba ne olacak diye beklediğiniz satırlar
oluyor. Heyecan hiç bitmiyor ve nefesinizi tutarak okuyorsunuz. Bu yolculukta
başlarına ne gelirse gelsin, Kino kararlı. Ne olursa olsun bu oyun devam etmeli.
Karıncaların önü kesilirse ne yaparlar? Mutlaka bir yolunu bulup yollarına
devam ederler. Kino’nun karıncalardan ne farkı var ki?
Dramatik
bir öyküsü var kitabın, fakat bu dramatik öykünün içinde yaşama duygusu, azmi
ve direnci eksik kalmıyor: “Bu da her sabaha benzeyen bir sabahtı, ama tüm
sabahların içinde en güzel olanıydı.”. Öykünün akışında her an kurtuluş umudunu
hissediyorsunuz. Herkes karşınıza dikilse; komşular, tüccarlar, doktorlar ve
cümle alem, yine de direnç varsa kurtuluş umudu da yok etmez kendini.
La
Paz’da herşeyin türküsü var: Denizin, toprağın, bebeğin, umudun ve cesaretin…
Hep bir türkü çalınıyor insanın kulağına. Türkü doğurmak parayla değil ya!
Kino’nun
türküsü bu. Gölgeleri siyah, bahtları siyah insanların türküsü… Her zorluğa
rağmen yalnızca inci alıcılarına değil, tüm düzene, tüm yaşam biçimine meydan
okuyan Kino’nun türküsü dinlenmeye
değer…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder