Çocuk Kitaplığı

Çocuk Kitaplığı

9 Ekim 2013 Çarşamba

Çocuklara tekinsiz okumalar için adres belli: Yusuf Atılgan



 
Ekmek Elden Süt Memeden
Yusuf Atılgan
YKY, 7.baskı, 2013
6 yaş +

Evrim Gökçe

 Edebiyat okurunun sevgili çocukları, anne babaları Yusuf Atılgan’ı anlamaya çalıştıkları, “Zebercet’i ve C.’yi yolda görsem tanırım” diye düşündükleri için şanslılar. 

Ve yalnızca bu yüzden değil şansları, 43 yıl önce, Atılgan çocuklar için de öykü yazdı.

Jose Saramago’nun çocuklar için yazdığını öğrendiğinizde duyduğunuz heyecanı, bizim buralardan Yusuf Atılgan’ın da çocuklara yazdığını öğrendiğinizde duyar mısınız?

Hayat bilgisinden kırık notlar alan, dünyayla pürüzlü ilişkiler kuran karakterlerin yaratıcısı, çocuklar için ne yazmış olabilir ki heyecanınız, endişeli bir “hızlıca okumaya” mı gebedir?

Sıkıntılı başlangıçların, mutsuz sonların, taşradan taşınan daralmaların kentli mutsuzlara tümlendiği hikayelerin anlatıcısı Yusuf Atılgan, çocuklara mutlu mayıs böceklerini, her şeyden asude “yakalamaçları” ve her gün mis kokulu şampuanlarla yıkanıp taranan bir süs köpekciğini mi anlatır? Öyle görünmüyor…

Tekinsiz okuma: Ya kötü bir şey olursa?

“Ekmek Elden Süt Memeden” iki öyküden oluşuyor. Birinde İzmir’den Manisa’nın köyü Hacırahmanlı’ya bir sabah ziyaretine giden Korkut’un yaşadıklarını okuyoruz. Ilıman rengi yüzünden çoban köpekliğine kabul edilmeyen Sarıbaş’ın, Korkut’la güneşi görünce açan lahana tarlalarında yuvarlanarak geçirdikleri bir gün, yetişkinlerin bitmeyen inkarlarına rağmen, bir çocukla bir köpeğin konuştuğu, oynaştığı bir dünyayı anlatıyor. Habis ruhlu bir köpekle dövüşe giren Sarıbaş’ın yarasına “öpeyim de geçsin” diyen Korkut, çocukluğun bir Yusuf Atılgan öyküsünden dahi ışıyan yüzünü gösteriyor.

Korkut’un Sarıbaş’ı öperek iyileştirmeyi umduğu anda, yazarın kentli kahramanı C.’nin gülünç bulmadığı tek şey sevginin, bir çocuk öyküsünden sevimli ama her an kötü bir şey olacakmış hissi de veren sırıtışıyla karşılaşıyoruz.

Atılgan’ın huyunu bildiğimizden, endişeli, tekinsiz bir okuma yaşadığımız iddia edilebilir lakin demirden korkanın trene binmediği çağların çocukları değil miyiz?

Kitabın ikinci öyküsü, Ankara’da bir “ev oturmasında” anlatılan bir masalla yazılıyor. Alıklık edip erkenden büyümemiş bir adamın, on beşinde emekleyen, yirmisinde düşe kalka yürüyen Yusuf’un yaşadıkları da, Atılgan’ın kaleminden çıktığını belli etmekten geri kalmıyor. Bir karacaya vurulan, ona yaklaşabilmek için Tanrı’ya “karaca olmak için yalvaran”, çocukluğunda kaşını eşek arısı sokunca acıya dayanamayıp ölmek isteyen, Tanrı’nın “daha çocukluktan kurtulamamış desene” diye karaca olma isteğini reddettiği Yusuf, karacaya yaptıklarıyla “ben Yusuf Atılgan karakteriyim işte” diyor.

İkiye bölünen çocukluk

Atılgan’ın çocuklara yazdığı bu iki öyküden de, çocukluğu taşra ve kente bölünenlerin tanıyacağı bir fotoğraf bakıyor okurlara. Az susamlı, kötü gevreklerin satıldığı otogarlar, Afyon’dan alınan sucuğun koktuğu, öndeki yolcunun biner binmez koltuğu geri ittiği, babanızın kucağında iyice sıkıştığınız otobüs yolculukları, köye gidince bahçelere “avlu, hayat” diyen nineler, kente dönünce şeker ikram eden, anlaşılmaz sohbetli yetişkinlerle dolu bir fotoğraf.

İhmal edilmişlere yazıda yer açan, kendi deyimiyle “kötü edebiyatın yasak bölgesi” her şeyi yazdıklarının içine koyan Atılgan çocuklara yazdığında, hayatı savuşturup, üzüntülü şeylerin elinden tüyebilmek mümkün olabilir mi sorusuna yanıt verebildik mi bilmiyoruz.

Ama çocuklarımıza Atılgan’ı okutalım, okutalım ki köy evlerinde bir yanı açık bahçelere “hayat” dendiğini bilsin, ihmal edilmişlere yakınlık duysun, ihtimam göstersin deriz.

Biraz büyüdüğünde de kitaplıktan “ince ince”  bakan Aylak Adam’a “aa, bu yazar yetişkinler için de yazmış, çocukken okumuştum” deyip, elini uzatışını yürek hoplamasıyla izler, üzerine sohbet ederiz.








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder