Çocuk Kitaplığı

Çocuk Kitaplığı

26 Haziran 2013 Çarşamba

Püsküllü Develer Çocukların Olsun Diye, Püsküllü Belalar Olalım



Püsküllü Deve
Samed Behrengi
Çizimler : Mustafa Delioğlu
Çeviren : Deniz Canefe
Can Çocuk Yayınları
2012 / 3. Basım
67 sayfa
Evrim Gökçe

Çocukluğumuz biraz saklambaç, biraz yakan top, biraz anne terliği, biraz babayla öğrenilen bisiklet sürüşleri olabilir. Çoğumuzun evine kola az giren ve dört gözle beklediğimiz içecekken bile mutlu olan biz çocuklar, bazen Behrengi okuyup hüzünlerimizi bugüne taşımış da olabiliriz. Ama o hüzünler, bizi bugün daha iyi insanlar ve belki püsküllü belalar yapmıştır, siz ne dersiniz?
Behrengi’nin “Püsküllü Deve” hikayesi, yoksul bir çocuğun oyuncak bir deveye olan özleminden söz ediyor. Arka planda ise, el arabası ile sebze satan babanın bir vitrindeki ayakkabıya bakıp “on günlük kazancımızla bile satın alamayız” itirafı, sokakta el arabasının yanında yatıp baba oğul gece uykularını arayışları, ayakkabı satın alamayan yoksul sokak arkadaşının, ayaklarını öyle parlak boyayışı ki herkesin gerçek ayakkabı giydiğini sanışı…
Oyuncakçı dükkanının müptelası olan küçük kahramanımız, her gün vitrininin önüne gidiyor. Çünkü çocuklar bazen sıra arkadaşlarına tutulabildikleri ve aşklarını onların saçını çekip, defterini çalma numaralarıyla gösterdikleri gibi, bazen de bir oyuncağa tutulurlar.
Bizim yoksul kahramanımız da, oyuncakçıdaki püsküllü deveyi öyle seviyor ki, rüyalarına püskülleniyor bu deve. Sadece püsküllü deve değil, oyuncakçı dükkanındaki mızıka, maymuncuk, havucunu kemiren tavşan, hepsi rüyasında arkadaşı oluyor kahramanımızın.
Birgün rüyasında, oyuncak arkadaşları bir köşke götürüyor ufaklığı. Güzel yemekler yiyorlar orada ama bir türlü tok hissedemiyor bizimki, midesi kazındıkça kazınıyor. Geceden karnınız aç yattınız mı hiç, rüyanızda köfteler, olgun meyveler yediğiniz oldu mu sevgili okurlar?
Paralı olmak iyi şey değil mi baba?
Oyuncak rüya arkadaşları, şikayet ediyor zenginlerin çocuklarından; “hemen bıkıyorlar bizden, unutup atıveriyorlar, çürüyoruz bir köşede” diye yakınıyorlar. Bizim kahramanımız da “dostlarım, benim olsaydınız inanın hiç bıkmazdım sizlerden” diyor. Sonra rüya bitiyor ve gerçek, sokakta uyuyan çocuğumuzun burnuna değen çöpçünün süpürgesiyle başlıyor.
Güzel bir rüyadan, tatlı uykunuzdan tatsız, zamansız uyanışlarınız oldu mu sevgili okurlar, o an annenizi özlediniz ve keyfiniz çok kaçtı mı?
Kahramanımıza da öyle oluyor, “paralı olmak iyi şey değil mi baba, her istediğini yersin” sorusuyla, keyifsiz başlıyor güne. Akşam için babasıyla köylerine geri dönmek üzere anlaşıyorlar. Şehirden ayrılmadan önce de vedalaşacağı püsküllü devesini görmeye gidiyor bizim çocuk.
Vitrinin önüne geçiyor, uzun uzun seyrediyor sevdalı oyuncağını. Arkadaşlarıyla beraber vitrine baktığı bir gün, oyuncakçının “satılık değil bu deve” diye kendilerini kovalayışını anımsıyor beri yandan. Sonra lüks bir araba yanaşıyor, bir kız çocuğu bakıyor arabanın içinden, babasına püsküllü deveyi işaret ediyor, “öyle mutlu bir görünüşü vardı ki, bir gün olsun üzüntü çekmemiş gibiydi” diyor kahramanımız bu kız çocuğu için.
Sonra kalbi yerinden çıkacakmış gibi atmaya başlıyor küçük kahramanın, ama diyor, “satılık değil o, satılık değil…”
 
Hikayenin kötüsü, yine mi polis?
Ve elbette hikayenin en kötüsü çıkageliyor. Yoksulların olduğu her hikayede olduğu gibi, hele de dili uzunsa o yoksulların, hele de gözlerini kocaman açıp meydan okuyorlar, omuzlarını dik tutuyorlarsa, orada bir kolluk kuvveti bitiveriyor.
Vitrinin öte yanından püsküllü deveyle konuşan kahramanımıza yaklaşıyor hikayenin kötüsü. ”Ne istedin de kulağına yapışıverdin çocuğumuzun be polis” diyoruz, tıpkı Gezi Parkı’nda resim yapan küçük çocukların üzerine gaz bombası yağdıranlara dediğimiz gibi…
Aynı kötüye, birkaç sayfa önce daha rastladığımızı hatırlıyoruz. Oyuncakları olmadığından zar atma oyunu oynayan çocuklara, copunu sallayan polis olarak çıkıyor karşımıza. Onu da tanıyoruz, bizim buralardan ısırıyor gözümüz…
Piyano kırdıklarını, Gezi Parkı’ndaki dilek ağacını yaktıklarını, çocukların oyuncaklarını, parkta çizdikleri resimleri kendi kötücül, çöp dünyalarına atışlarını anımsıyoruz.
Püsküllü belalar
Bu kadar hüzün yeter demeli belki de sevgili okurlar. Biz okuduk, çocuklarımız da okuyacak Behrengi’nin bu hüzünlü hikayesini. Arkadaşlığı, tutkuyla bağlanmayı, durup durup oyun kurmayı, belki de en mühimi haksızlığa diklenmeyi, hüzünlü de olsa bu kitaplardan öğrenecekler.
Ve şimdi biz onları omzumuza almış koştururken kalabalıklarda, konuşmayı yeni sökmemiş gibi sanki, uzun uzun sloganları atarken yavrularımız bizimle, hepsini püsküllü bela olsunlar diye mi yetiştiriyoruz yoksa?
Tüm çocukların püsküllü develeri olsun istiyorsak, tüm çocuklarımızı püsküllü belalar mı yapacağız bu illet düzene?
Öyle görünüyor…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder