Çocuk Kitaplığı

Çocuk Kitaplığı

12 Haziran 2013 Çarşamba

Çapulcu çocuk ister misiniz?

Karl Marx’ın Hayaleti
Ronan de Calan

Çizimler : Donatien Mary
Çeviren : Cemal Yardımcı
Metis Yayınları
Mayıs 2011 / 1. Basım
63 sayfa
                             
Soğan Oğlan

Gianni Rodari

Çizimler : Claude Leon
Çeviren : Aslı Özer
Can Çocuk Yayınları
Mart 2009 / 2. Basım
264 sayfa

Neslihan Şen

Marjinalleştirme çabalarına rağmen, Taksim Gezi Parkı ile başlayan ve tüm ülkeyi saran, baskıcı iktidarı protesto eylemlerinde herkes gibi çocuklar da yerini aldı. Kimi zaman onları meydanda “bizim gibi üç çocuk ister misiniz?” yazılı dövizlerle gördük. Kimi zamansa en miniklerinden birini, oyuncak “POMA*” sıyla, TOMA’ların üzerine yürürken ve annesinin “sıkmazsınız di mi” endişesiyle. Gezi Parkı’ndaki bir nöbetin sabahında, herkes gibi o da parktaki çöpleri topladı. Bazıları ise, hayatının en önemli olayı olarak kendisine dayatılan sınav sebebiyle aklını ve yüreğini eylemlerde bıraktı. 9 yaşındaki bir kız çocuğu diyor ki: “3 yaşından beri eylemlere gidiyorum ama hiç böyle bir eylem görmemiştim... İnsanlar burda çok büyük bir birlik içinde...” İyi ki varsınız çapulcu çocuklar. Bu haftanın kitapları direnişçi yeni nesil için.
Bir hayalet dolaşıyor

İlk kitabımız olan “Karl Marx’ın Hayaleti” Metis Yayınları’nın Küçük Filozoflar serisinden 2011 yılında, Donatein Mary’nin resimlemesi ve Cemal Yardımcı’nın çevirisi ile basıldı.
Yazar de Ronan de Calan, Marx’ı kitaplara hapsetmeye çalışanlara karşın, aslına uygun olarak, onu aynı zamanda yazdıklarının peşinde mücadele eden bir portre olarak karşımıza çıkarıyor. Onu tanıyanlar için her sayfasını tahmin edeceğiniz bir öykü iken, ilk defa tanışan çocuklar için dünyadaki en büyük haksızlığın yakasına yapışmış bir “kahraman”. Kendi geleneğinde kahramanlaştırmadan büyük bir özenle kaçınılsa dahi, söz konusu çocuklar ve onların kahramanlarla dolu dünyası olunca, Marx’ın Hayaleti’ne bu sıfatı yakıştırmak çok sakıncalı olmasa gerek.
Hayalet kimi kovalıyor?

Çocuklar korktukları şeylere aynı zamanda büyük bir merakla yaklaşırlar. Bu “hayaletler” için de geçerlidir. Ama çocukların Marx’ın hayaletinden korkmasına lüzum yok. İstedikleri kadar merak edip, etrafında dolanabilir ve onu tanımaya çalışabilirler. Çünkü bizim hayalet yaramaz çocukları değil, “Bay Kapital” i kovalıyor!
Kitap, Marx’ın kendi ağzından kendisinin, yaşadığı dönemin ve ürettiklerinin hikayesini anlatıyor. Gönül rahatlığıyla çocuklara bu hikayenin, masalcı dedenin hayal gücünün ürünü değil tamamen gerçek olduğunu söyleyebilirsiniz. İşçi sınıfının doğuşu ile başlayan hikaye, makineleşme ve dokumacıların ayaklanmasıyla devam ediyor. Marx, “piyasa denilen cehennem büyücüsünün” peşine düşerken, tüm okurları salı pazarına davet ediyor. Patates, oyuncak ve tabure ile mal, kullanım ve değişim değerlerini anlatmaya başlıyor.
“Parayla oynanmaz”

Ebeveynleriniz haklı. Para oyuncak değil. Para malları satın almak için kullanılır diyor Marx; salı pazarı ise malların parayla değiştirildiği yer. Peki ya bu fiyatlar nasıl belirleniyor? Yani oyuncak mı, patates mi, tabure mi daha pahalı bir mal, buna nasıl karar veriliyor? Sakın kopya vermeyin, bırakın çocuklar Marx’la birlikte keşfetsinler. Henüz siz de keşfetme imkanı bulamadıysanız, sizi “Kapital” bekliyor. Bu kitap sadece çocuklar için.
Hikaye burada bitmiyor. Özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasına davet ediyor hayalet herkesi. Eşitliğin ancak bu yolla mümkün olabileceğini söylüyor. Bay Kapital’in “bolluk ve refah” yalanlarının karşısına böyle çıkıyor. Ve nihayet, tüm çocuklara Silezyalı dokumacıların dokuduğu çarşaftan küçük bir parça takdim ediyor. Haydi hep birlikte insanı aşağılayan, köleleştiren, çaresizleştiren ve horlayan herşeyi yıkıp devirmeye! Bu çağrı karşılık bulmuş olsa gerek. Gezi Parkı’nda, Kızılay’da, Gündoğdu meydanında, Dersim’de, Hatay’da gördüğümüz minik hayaletler, Marx’ın küçük dostları mıydı yoksa?


Yüzü kızarmayan limonlara karşı

Gianni Rodari bir kez daha sayfamıza konuk oluyor. “Soğan Oğlan”, Limon Prens’in hükümdarlığındaki tüm mahkumlar gibi haksız yere hapse düşen babasını kurtarmanın peşindeki bir çocuğun hikayesi. Babasını kurtarmanın yolunun saltanata son verip, Cumhuriyet’in kurulmasından geçeceğini nereden bilecekti bizim oğlan?

Soğan Oğlan, haksızlığa uğrayanın sadece kendisi ve babası olmadığını kısa sürede anlıyor. Kurtarma planını hayata geçirmeye çalışırken bir çok yol arkadaşı ediniyor ve hep birlikte haksızlıklara karşı kafa tutuyorlar. Bu yoldaki en önemli destekçilerinden birisi de Kiraz Oğlan. 
“Maydonoz Hoca koysa da yüzlerce yasak,
Çaresi yok Kiraz Oğlan elbet karşı çıkacak”
Kiraz Oğlan, damarlarında dolaşan asil kana rağmen, önce kendisi için konulan yasaklardan başlayarak ilk adımını atıyor. Sarayın hizmetçisi Çilek Kız onun en iyi arkadaşı ve özel eğitmeni Maydonoz Efendi bunu değiştiremeyecek. Daha sonra tanıştığı Soğan Oğlan ise onu daha da yüreklendirecek ve en yakın dostlarından birisi olacak.
Sen gözlerine biber atacaksın...
Hikayeden de olsa Soğan Oğlan’ın işi o kadar kolay değil. Limon Prens çok güçlü. Ona ve onun destekçilerine karşı kazanmak hayal edilmemiş birşey. Oysa herkesin aklında yavaş yavaş umut ışığı beliriyor. Soğan Oğlan’ın önderliğinde bu ışığın peşinden gidiyorlar. Dedik ya kolay değil diye. Kendilerini Limon Prens’in zindanlarında buluyorlar.
Neyse ki bizimkinin her yerde dostları var. Karşılaşıp da haklı mücadelesine ikna edemediği kimse de görülmemiş. Onlardan biri olan bayan köstebek, kazdığı tünelle onun ve arkadaşlarının imdadına yetişiyor.
Limon Prens peşine hafiye takıyor Soğan Oğlan’ın. Uyanık hafiye oğlanın yalnız olmadığını öğrendiğinde aklına parlak bir fikir geliyor. Yardımcısına anlattığı bu fikri, bakalım bir yerden hatırlayacak mısınız?
“Ortaya çıktıklarında sen gözlerine biber atacaksın, ben de kepçeyle yakalayacağım onları.”
Özgürlük demek, efendilerin olmaması demek

Diktatör Limon’un bir hapishanesi de yakaladığı hayvanlarla dolu. Tıpkı ormanda arkadaş olduğu ayının ailesi gibi. Küçük ayıya ailesinden haber getiren ispinoz kuşu, ona ailesinin hiç uyumadığını, sabah akşam özgürlük düşleri kurduklarını söylüyor. Ayıcık, bu haberi Soğan Oğlan’a anlatıyor:
“Ben tam olarak bilmiyorum özgürlük denen şeyin ne olduğunu. Bana kalsa hep beni düşlemelerini isterdim. Ne de olsa çocuklarıyım onların.”
Soğan Oğlan, onun ailesinin de kendi ailesinden bir farkı olmadığını, hep birlikte kurtulucaklarını müjdeliyor. Ve ekliyor; özgürlük demek, efendilerin olmaması demektir.
Hava gibi, yağmurun da sahibi

Başarıya ulaşamamış her ayaklanmanın ardından, halkın sırtına yeni vergiler ve baskılar biniyor. Halkını mahkeme salonunda yargılayan saltanatçılar, bir önceki duruşmada, kendileri havanın sahibi oldukları için soluk alanların para ödemesine karar vermişti.
Şimdi ise vatandaşların tıpkı hava gibi, yağmurun sahibi olduklarını kabul etmesine karar veriyor. Yüce mahkeme kararı veriyor:
“Bu nedenle, tüm yurttaşlardan hafif yağmur çiselemeleri için yüz lira, şimşekli ve gök gürültülü yağmurlar için iki yüz, kar yağışları için üç yüz ve dolu için dört yüz lira ödeme yapmalarını istiyoruz. Çiğ, kırağı, hafif ve yoğun sis için vergi yalnızca ellişer lira olacaktır.”
Bunun bir zırva olduğunu düşünmeden önce ülkemizdeki yasakçı zihniyeti bir kez daha gözünüzün önüne getirin.
Arka kapakta “sebze de olsa meyve de olsa, iyiler hep kazanır...” yazılmış. Hiç şüpheniz olmasın. Rodari bu hikayesini de zafere taşıyor. Üstelik, kötü prens gidip yerine iyi prens gelmiyor. Saltanata son verip, el birliğiyle cumhuriyeti kuruyor bizim çocuklar. Şatoyu da büyük bir oyun bahçesine çeviriyorlar.

* POMA : Beşiktaş’ta ÇARŞI taraftar grubunun, İnönü Stad’ını yıkmak için orada bulunan aracı, TOMA’ları kovalamak için kullanması sonucunda, halk tarafından bu yıkım araçlarına POMA yani Polis Olaylarına Müdahale Aracı ismi verildi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder