Momo, yaşıtlarına göre biraz daha cılız, karışık, kıvırcık saçlı, kocaman gözleri olan, bildiğimiz evlerden birinde değil bir amfiteatrda yaşayan, ismini kendisinin koyduğunu iddia eden, yaşını da 100 ya da 102 sanan bir kız çocuğuydu. Tüm bunlar her çocuğun sanabileceği olağanlıkta, her yetişkininse güleceği delilikteydi.
Momo’yu farklı kılan, insanları uzun uzun, kapılarak
dinlemesiydi. Onunla konuşanlar kavgayla gelip barışla dönüyor, hüzünle anlatıp
sevinçle susuyor, sorularla karışıp yanıtlarla çözülüyorlardı. Momo efsunlu
filan değil, sadece iyi bir dinleyiciydi. Pek yorum yapmıyor, akıl vermiyor,
yalnızca kocaman gözlerle karşısındakileri dinliyordu.
Sonra “duman adamlar” geldiler. Kurşun renkli evrak
çantalı, melon şapkalı, kül rengi suratlıydılar. Kapı kapalıyken bile
üşüyorsanız, onların civarda bir yerlerde olduklarından şüphelenebilirdiniz.
tasarruf etmeleri gerektiğini söylüyorlardı. Şirketleri de kendileri ve tüm şirketler gibi, sakil ve düzmeceydi.
Geceleri arkadaşlarınızla buluşmanın, yürüyemeyen bir
arkadaşınızı ziyaret etmenin, bazen ona çiçek götürüp biraz laflamanın, hatta
bazen kitap okumanın zamanı nasıl da müsrifçe çarçur etmek olduğunu söylüyorlardı.
Şehirdeki insanların yakasına yapışmış, zamandan tasarrufun karlılığını anlatıyor, berberi, çöpçüyü, meyhaneciyi, çocukların anne babalarını kafalıyor, insanların zamanlarına doymak bilmiyorlardı.
Şehirdeki insanların yakasına yapışmış, zamandan tasarrufun karlılığını anlatıyor, berberi, çöpçüyü, meyhaneciyi, çocukların anne babalarını kafalıyor, insanların zamanlarına doymak bilmiyorlardı.
Momo’nun yol göstericisi Hora Usta’nın söylediği gibi, duman
adamlar zamanı gerçek sahiplerinden çalarak, onların ömürlerini tüketerek var
oluyorlardı ve aslında birer hiçten ibaret idiler.
Şirkete paçayı kaptıran herkes daha bir huysuzlaşmış,
huzursuzca burnundan soluyan, gözleri dostça bakmayan bir hale savrulmuş,
üzerlerine bir tür delilik çökmüş gibi olmuşlardı.
Duman adamlara göre hayal kurmak suç işlemekten farksızdı, şirkette “zaman hesapları” olanlar da bu amansız suçu işlemeyen “mutsuz masumlar” olmuşlardı.
Şehrin mutsuzlarından en çok etkilenenlerse, gerçeği taa yüreklerinde hisseden çocuklardı. Zaman o kadar değerliydi ki, kimsenin onlara ayıracak zamanı yoktu!
Zaman Tasarruf Şirketi'nin mağdurları, olur da Momo’ya denk gelirlerse, Momo'nun can kulağıyla dinleyen girdabına kapılıyor, sarsılıyor lakin içine düştükleri tasarrufçuluk batağından kurtulamıyorlardı.
Ta ki Momo, Hora Usta ve kaplumbağası ile karşılaşıp, duman adamların hakkından gelmeye söz verene kadar.
***
Momo, 1973’te yazılmış. Aradan geçen 40 yılın ardından
dünyanın daha iyi, mutlu, zamanın derelerle birlikte tatlı tatlı aktığı bir yer
haline geldiğini söyleyemeyeceğimiz aşikar(dereleri de kuruttular). Dünya,
zamanımızı elimizden daha büyük iddialarla çalmaya çalışan muhterislerin eline
daha çok geçti.
Momo’nun savaştığı duman
adamlar bize de musallat oldu, iş yerlerinde
su içtiğimiz anları bile hesaplayan “mal sahipleri", saat kaça kadar içki içebileceğimizi “yazılı” olarak
bildiren uğursuzlar, çocukları öldürüp yaşayacakları upuzun zamanları söküp
alan zalimler ortalığa salındı. Zamanımıza el koyar, ürettiklerimizi bizden
kaçırıp, başka zaman çalıcıları için sergiler oldular. Onlara, “esir pazarcıları
desek, az geldi.
Zamanını bir dostuna çiçek götürmek, bir diğerine kitap
okumak için değerlendiren, tanımadığı insanlar için de bir şeyler yapmak
isteyenler belki azalmadı ama birbirlerinden bihaber kaldı, karşılaşmaları
gecikti.
Hayal kırıklıkları büyüktü, korku büyüktü, ama cesaret
daha büyüktü. Küçük rastgelişler, daha büyük buluşmalara dönüşebilir, çözülen
insan ilişkileri sıkılaşabilirdi. Yeni ve daha iyisine kadar takvimin en
sevdiğimiz yaprağı Haziran, biraz böyleydi…
***
Başkaları için kıymetlimi harcar da çarçur eder miyim diye vahlanmamayı, hatta başkaları dememeyi, sizi dinlerken gözleri büyüyen Momo’dan öğrenmek tuhaf gelmesin.
Duman adamların temsilcisi, kitabın bir yerinde; “Zamana
doymak bilmeyiz…ama biz…biz iyi biliriz” derken, okur hafifçe şaşırıyor, “kötülüğün
dili her yerde mi aynı” diye aklına “bir meşum adamı” getiriyordu.
Bu küçük kız da iyiliğin ortak ama tek olmayan, zengin
dilini okura öğretebilir. Biz ve çocuklarımız; duygulara ayıracak zamanımız
olduğunu bilir, sokakta karşılaştığımız dostlarımızla ayaküstü ama uzunca
laflayabilir, işe giderken komşunun balkonundaki çiçekleri seyredebiliriz.
Sonra yine biz ve çocuklarımız, Momo gibi işe koyulup
yeni bir dünya yaratabilir, o dünyada sabah ava çıkabilir, öğlen balık
tutabilir, akşama da edebiyat eleştirisi yapabiliriz.
Darboğazı aşar, geniş zamanlara koşabiliriz.
Çocuklarımızla, bunu yapabiliriz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder