Valeri Suslov/ En Güçlü Kim
Oda Yayınları / Çocuk Kitapları Dizisi
Çeviren: Hasan Kıyafet
76 syf/ İstanbul, 1991
|
Evrim Gökçe
Çocukluğun büyüklükler, güçler, kuvvetler, uzunluklar gibi ölçütleri yordamaya çalışılan günlerinde; ‘kimin güçlü olduğu’ sorusu suçu hiç içermediği, suçlulukla hemhal güce su taşımadığı için tarihinin en masum pratiğini yaşıyor gibi görünüyor.
Çocukken annenizi sonu bitmeyen sorularla yorduğunuz,
annenizin topu babanıza attığı, babanızın ‘hı hı’ diye soru sorduğunuzu
anlamadan onaylar kisvesiyle sizi geçiştirdiği, buluğ çağındaki ağabeyinizin
kendi sorularıyla zaten karışık olan kafasını da alıp sert bir hamleyle kapıyı
suratınıza çarptığı günleri anımsıyor musunuz?
Peki ya; ‘Bu çocuk çok soru soruyor’, ‘Her şeyi bilemem’, ‘Öğretmenine
sor’, ‘Git annene sor’, ‘Baban gelsin biraz da ona sor’, ‘Ablası bir cevap
versen ne olur’ cümlelerinin evinizde duvarlara çarpıp size döndüğü günleri?
Valeri Suslov’un öyküsündeki Aleksey, cevap aramaktan
başınızın döndüğü, dünyaya iştahla baktığınız, deniz mi daha derin okyanus mu,
yere bir delik açıp dünyanın öbür yanından çıkabilir miyim, burnuma soktuğum
leblebiyi gözümden gözyaşı gibi atabilir miyim, leblebi de gözyaşı gibi
yuvarlak değil mi diye sorular sorduğunuz günleri hatırlatabilir.
Çocukluğun oranları
Bir ‘yüksek insanlık’ eylemi olarak soru sormak, Suslov’un
öyküsünde Aleksey’in çocukluğuyla kesişip Anton’a çarptığında, Anton şu soruyu
cevaplamakla mükellef oluyor; “Bir fil mi güçlü yoksa bir balina mı, hepsinin
en güçlüsü kim?”
Şimdilerde yirmili yaşlarının sonlarına yaklaşan bir
arkadaşım, küçükken misket oynadığı, en fazla 3 apartman kadar uzaklaşmasına ve
asla köşeyi dönüp 4. apartmana girmesine izin verilmeyen sokağını büyüyüp de
ziyarete gittiğinde, o uzayan sokağın ne kadar kısa, misket oynadıkları
mazgalın başının ne kadar dar ve
kendisine devasa görünen binaların yalnızca dört katlı olduğunu farkettiğini söylemişti.
Çocukluğun
büyüklükler, güçler, kuvvetler, uzunluklar gibi ölçütleri yordamaya çalışılan
günlerinde; ‘kimin güçlü olduğu’ sorusu suçu hiç içermediği, suçlulukla hemhal güce
su taşımadığı için tarihinin en masum pratiğini yaşıyor gibi görünüyor.
İşte Aleksey’in sorusu da; dört katlı bir apartmanın göğe
uzanıp, uzayan sokağın sonunun dünyanın uzak bir yerinde bittiğini sandığı(ama
gitmekten hiç de korkmadığı ve gitmek için hep ‘anne boşluğu’ kolladığı) bir
zaman dilimine denk geliyor.
Meraklanmanın sırlarını kaybetmediği bir dönemde, üstelik
çocuklarını seven, kollayan, sorularını yanıtlayan, çocuklarına fezaya gitme
hayali kurduran bir ülkede Aleksey soruyor; “En güçlü kim?”
Anton’sa Aleksey’in sorusuna yetişmeye çalıştığı işinin
arasından şaşırtmaca yapmayı ihmal etmeyerek bir vagonu taşıyan vinci
göstererek; “Bir vagonu bile taşıyan şu vinci görüyor musun, işte o” yanıtını
veriyor.
Lakin çocukları şaşırtmacalarla yalnız bir başka soruya
geçişleri kadar oyalayabilirsiniz, Aleksey de şaşırtmacaya kapılmayıp ‘vinçten
daha güçlü bir şey olup olmadığını’ soruyor.
Soruya soruyla yanıt veren kurnaz öğretmenlerinizi hatırlar
mısınız? Kimi zaman büyüme çağınızın ‘kesin kendisi de cevabı bilmiyor’
havalılığına çarpsa da kimi zaman sahiden düşünmenize neden olmuşlardır.
Anton da Aleksey’e öyle yapıp sorularla sıkıştırmaya
başlıyor. Bir vincin vagonu, onlarca vagonu ise bir lokomotifin taşıdığını,
lokomotifleri ise denizin üstünde süzdürecek bir geminin olduğunu anımsatıyor
ve “Hadi biraz da kendin düşün bakalım” diyor.
Vinci çalıştıran vinç operatörünü, lokomotifi tasarlayan
mühendisi, gemileri yüzdüren kaptanı, tayfaları düşünüyor Aleksey; “Yani
insanlar” diye mırıldanıyor.
Sıra Anton’un “O halde en güçlü kimmiş bakalım” sorusuna
geldiğindeyse, Aleksey duraksamadan yanıtlıyor; “Bizleriz…”
Semadan yere çakılan
‘güç’
Aydınlanma’nın dünyaya bıraktığı bir miras; insanı, insan
aklını yüceltmesi olmuştu. Roller değişmiş, iktidar semadan yeryüzüne doğru
süzülmüştü. Bir adım ileri gidip söylersek; Aydınlanma’nın şiddetli rüzgarı
tatlı bir yere süzülüş, yumuşak iniş değil, semadaki güç imgesini yere kafa
üstü düşürmüştü diye bile tariflenebilir.
Sonra yeryüzünde de roller paylaşılmış, yeniden paylaşılmış,
sahne kavgası verilmiş ve yeniden paylaşılmıştı.
Aleksey’in Anton’u sorularıyla, Anton’unsa Aleksey’i çapraz
sorgusuyla kıstırdığı; vinç operatörünü, kaptanı, tayfaları, mühendisi; eli,
aklı iş gören insanlığı anımsattığı dönem; insanlığın sahnenin tozunu attırdığı
yıllara denk düşüyor olmalı.
Sovyet yazar Suslov; sosyalizmin de sahnede olduğu yıllarda;
bir çocuğa neyin güçlü olduğunu; emeği işaret ederek hatta biraz da gözünde
büyüterek ancak idealize etmeden anlatıyor.
‘En güçlü kim’; çocukluğun oranların peşinde koşan cetvelli
dünyasında; sorulara izin verip tetikler, cesaretlendirirken; kısa
yanıtsızlıkları düşkünleştirmeden, ‘insan’ yanıtına ulaştırıyor.
Güç kompozisyonunun; değersizlikler, haksızlıklar ve
suçlarla marjlarının çizildiği ‘tuhaf yeni dünya’da, Suslov’un kitabı; ‘güc’ü
hem semadan yere indiriyor, hem Gayya kuyusundaki kötülerin elinden alıp
yukarıya, insanın hanesine yazıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder