Oleg ya da Kuşatma Altındaki Şehir
Jaap Ter
Haar
Çeviri : Ersel Kayaoğlu
Can Yayınları, 5.
Basım, 2013
10 yaş + |
Gökçen Düzkaya
Savaşı
bilmeyen bir çocuk, nasıl savaş karşıtı olabilir? Savaş, şimdi bugün tam da bu
kadar yakınımızdayken hem de.. O
vakit çığırtkanlar savaş nidası atarken çocuklarımıza kitaplarla anlatalım bu
belayı. Anlatalım ki barışın sesi daha yükselsin.
“Leningrad
mı? Amma da geriye gittin. O kadar uzaktan öğrenecek ne çıkar insanlık yararına?”
diyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü yürekli Sovyet halkı yaklaşık yirmi milyon
insanını feda ederek kovdu Hitler faşizmini ülkesinden ve dünyaya yeni bir umut
verdi. Bir savaş ki dillere destan olmuş, üzerine onlarca şiir ve kitap
yazılmış, onca tablolara resmedilmiş; kısa yüzyılımızın orta yerinde bir demir
çubuk gibi sallanarak 1917 Ekim Devrim’i ile başlayan onurlu yılları 90’lı
yıllara kadar uzatmış. Keşke tüm bunlara acılar içinde kazanılan bir savaş vesilesiyle
olmasaydı ama hepimiz biliyoruz ki İkinci Dünya Savaşı Sovyetler Birliği’ni
yani işçilerin şöleniyle yeniden kurulmuş bir koca yeryüzü parçasını dünyadan
bir daha dönmemecesine silmek için çıkarılmıştı emperyalist dünya tarafından. Fakat
paylaştıkları dünyada bir “Kızıl Yıldız” olduğunu unuttular. Dosta düşmana
gösterdi o zaman Sovyet halkı tüm yurtseverliğini. Hiç de savaş yanlısı olmayan halk, başa gelen
çekilir diyerek verdi elinden gelen mücadeleyi…
Oleg,
“Kuşatma Altındaki Şehir” de yaşayan bir çocuk…
Bu
kitabı okurken aklıma İlya Ehrenburg’un yazdığı üçlemeden Fırtına adlı roman
geldi. Biliyorsunuz, Fırtına’nın birinci ve ikinci cildinde yazar, tüm hisleriyle
kanlı savaşın Sovyetler Birliği’ndeki yıkımını gözler önüne serer. Hatıralarında ise savaş yıllarından şöyle
bahseder Ehrenburg:
“
Önümde savaşın ilk yılları canlanıyor. Sonra insanlar her şeye alıştı. Savaş
yaşamı kuruldu. 1941 yılı yazında ve sonbaharında şehirler sallandı, çatırdadı,
yıkıldı, ağaçlar gibi. Her şeyde bir alışılmamışlık vardı, her şey anlaşılmaz
bir halde idi. Asker alma şubeleri, ayrılıklar, dokunaklı şarkılar, gözyaşları,
damlarda nöbet tutmalar, uğursuz dedikodular, bir veba kadar, bir salgın kadar
korkunç ”çember içine alma” sözü, uzun katarlar, kaçanlarla tıkanmış yollar,
gittikçe artmakta olan korku ve telaş… Kolhozlu bir köylü kadını erlere su
dağıtırken şöyle diyordu: Almanlarda düzen var, üstleri başları düzgün,
kamyonlarla gelmişler. Erlerine çikolata bile dağıtıyorlar.”
Ne tuhaf, Oleg de Alman
askerinin elindeki çikolatadan bahsedecek az sonra.
Oleg
Ya Da Kuşatma Altındaki Şehir adlı bu haftaki kitabımızın kahramanı Oleg
Turyenkov, savaşın tam orta yerinde,
1942 Leningrad’ında annesiyle birlikte yaşam savaşı veren bin bir tane
çocuktan sadece bir tanesi. Bir de Oleg’in arkadaşı Nadya var. Her gün aşevine
gidip kendilerine ayrılan kadar yemeği alıp ailelerine getiren bu iki çocuk,
geçtikleri sokaklarda açlık ve soğuk yüzünden ölmüş sayısız insan görürler.
Oleg’in gece rüyalarına su canavarının yaşadığı yer olarak giren yarık buz
kütleleri aynı zamanda onun yüzleşmesi gereken birer gerçek olup çıkıverecektir
karşılarına.
Açlık
ve soğukla sınanan cesaretleri ile annelerine biraz daha güzel bir yiyecek
götürme hayali kuran çocuklar, tarafsız bölgeye geçmeye karar verirler ve
aşılmaz yolları yürüyerek, buzların üstünden kayıp bu bölgeye gelecekken bir de
ne görsünler, kocaman bir asker postalı. Hem de düşman askerininki! İşte
öykümüzün bam teli burada kopuyor. Oleg’ in hafızasına kazıdığı, büyüyünce
babasının silahıyla vuracağı, kendilerine bu kadar acı çektiren, babasını
elinden alan, annesini ve tüm Leningrad halkını açlığa, soğuğa ve ölüme terk
eden düşman asker, çocuklara yardım
etmesin mi! Onları sırtında taşıyıp, çikolatayla besleyen, Sovyet Askerî Bölgesi’ne getirmeyi göze alan
Alman askeri görünce bizim Oleg’in bütün ezberi bozulur. “ İyi düşman askeri”,
savaş paradigmasını altüst etmiştir. Tabi tüm bu olan bitene Sovyet askeri de
şaşırmıştır. Fakat yapacak bir şey yoktur. Bir savaş vardır ve düşmanın iyisi
kötüsü yoktur. Düşman düşmandır.
Kitabın
sonuna gelindiğinde ikinci çarpıcı sahneye şahit oluruz. Alman tutsaklar
bombalanmış şehrin ortasından geçirilirken Oleg bir Alman askerinin gözünde
umutsuzluğu, çaresizliği, acıyı okur ve dayanamaz koşarak askerin yanına gider
ve ona cebinden çıkarttığı çikolatayı verir. Herkes şok olmuş bir şekilde
Oleg’e bakmaktadır. Nefret, kin, acıma, şaşkınlık… Her şey bir aradadır. O anda
Oleg’in arkasından yaşlı bir kadın şöyle seslenir: “ Bu yaptığın, iyi bir şeydi
oğlum.” Arkasından da kalabalığa dönerek: Nefret içinde yaşamamız gerekiyorsa
özgürlüğümüzün bize ne yararı olur, der. Evet, çünkü, yazarın da kitabın
sonunda dediği gibi, çok acı çekmiş olan çok şeyi affedebilir.
Yazar
Jaap Ter Haar, 1922’de Hollanda’da doğdu. Hollanda’nın İkinci Dünya Savaşı’nda
Almanlar tarafından işgal edilmesinin ardından Fransa’ya gitti ve orada direniş
hareketine katıldı. 1998’de hayata gözlerini yumdu. Bizzat kendisi de savaşan
yazar, bu kitapla okuyucuya savaşın anlamsızlığını bir çocuğun gözünden
gösteriyor. Fakat bu kitabın büyükler tarafından da okunması önemli olsa da
aslında kitap 10-13 yaş çocukları için yazılmış. Bazı okuyucularımız çocukların
böyle kötü tablolarla karşılaşmasını sakıncalı bulabilirler. İki hafta önce
yayımlanan Tacim Çiçek’in hazırladığı dört bölümlük “Çocuk Edebiyatı Denilince”
başlıklı yazı dizisini takip edenler bilirler. Orada Tacim Çiçek bahsetmişti,
hiçbirimiz gerçeklerden uzak bir dünyada yaşamıyoruz. İnsana dair her şey çocuk
edebiyatının da konusu olmalıdır. Bu kitapta da benzer bir durum söz konusu. Bu
tartışmaya bu yazıda çok fazla girmemekle beraber şunu da söylemekle yetinelim:
Savaşı bilmeyen bir çocuk, nasıl savaş karşıtı olabilir? Savaş, şimdi bugün tam
da bu kadar yakınımızdayken hem de…
Suriye’de
Savaşa HAYIR!
Yazının
son kısmına gelmişken madem olası savaş durumundan bahsediyoruz, burada kardeş
Suriye halkına da bir selam gönderme şansımız olsun. Biliyorsunuz, yanı
başımızdaki komşumuz zor günler geçiriyor. İğrenç bir komploya kurban edilmek
istenen Suriye halkı parayla tutulmuş eli kanlı çeteler tarafından
katledilmekte; uzun yıllardan beri Arap, Kürt, Hristiyan, Müslüman birlikte
kardeşçe yaşayan bu halk, bugün içerden bölünmek, parçalanmak istenmektedir.
Suriye halkı tıpkı İkinci Dünya Savaşı’nda emperyalistleri bozguna uğratan
yürekli Sovyet halkı gibi bugün birlikte kenetlenmiş olarak yurtseverce
mücadele etmektedirler. Hiç merak
etmeyelim, bu savaşın meraklısı ülkelerin halkları da bu savaşa izin
vermeyeceklerdir. Suriyeli çocuklar
güneşi göreceklerdir. Hepimiz biliyoruz ki savaşı zenginler çıkarır, fakirler
ölür, çocuklar ölür, haklar ölür. Fakat bu sefer yolun sonuna geliyorlar.
Güzel
günler göreceğiz çocuklar, güneşli günler göreceğiz. Motorları maviliklere
süreceğiz! Buradan Suriye halkının onurlu mücadelesine bin selam olsun! Suriyeli
çocukları savaşa kurban etmeyelim, bu savaşa izin vermeyelim. Bu suça ortak
olmayalım. Biz istersek, başarırız!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder