Çocuk Kitaplığı

Çocuk Kitaplığı

20 Ağustos 2014 Çarşamba

Semadan yere çakılan güç!

Valeri Suslov/ En Güçlü Kim
Oda Yayınları / Çocuk Kitapları Dizisi
Çeviren: Hasan Kıyafet
76 syf/ İstanbul, 1991

Evrim Gökçe 

Çocukluğun büyüklükler, güçler, kuvvetler, uzunluklar gibi ölçütleri yordamaya çalışılan günlerinde; ‘kimin güçlü olduğu’ sorusu suçu hiç içermediği, suçlulukla hemhal güce su taşımadığı için tarihinin en masum pratiğini yaşıyor gibi görünüyor.

Çocukken annenizi sonu bitmeyen sorularla yorduğunuz, annenizin topu babanıza attığı, babanızın ‘hı hı’ diye soru sorduğunuzu anlamadan onaylar kisvesiyle sizi geçiştirdiği, buluğ çağındaki ağabeyinizin kendi sorularıyla zaten karışık olan kafasını da alıp sert bir hamleyle kapıyı suratınıza çarptığı günleri anımsıyor musunuz?

Peki ya; ‘Bu çocuk çok soru soruyor’, ‘Her şeyi bilemem’, ‘Öğretmenine sor’, ‘Git annene sor’, ‘Baban gelsin biraz da ona sor’, ‘Ablası bir cevap versen ne olur’ cümlelerinin evinizde duvarlara çarpıp size döndüğü günleri?

Valeri Suslov’un öyküsündeki Aleksey, cevap aramaktan başınızın döndüğü, dünyaya iştahla baktığınız, deniz mi daha derin okyanus mu, yere bir delik açıp dünyanın öbür yanından çıkabilir miyim, burnuma soktuğum leblebiyi gözümden gözyaşı gibi atabilir miyim, leblebi de gözyaşı gibi yuvarlak değil mi diye sorular sorduğunuz günleri hatırlatabilir.


Çocukluğun oranları

Bir ‘yüksek insanlık’ eylemi olarak soru sormak, Suslov’un öyküsünde Aleksey’in çocukluğuyla kesişip Anton’a çarptığında, Anton şu soruyu cevaplamakla mükellef oluyor; “Bir fil mi güçlü yoksa bir balina mı, hepsinin en güçlüsü kim?”

Şimdilerde yirmili yaşlarının sonlarına yaklaşan bir arkadaşım, küçükken misket oynadığı, en fazla 3 apartman kadar uzaklaşmasına ve asla köşeyi dönüp 4. apartmana girmesine izin verilmeyen sokağını büyüyüp de ziyarete gittiğinde, o uzayan sokağın ne kadar kısa, misket oynadıkları mazgalın başının ne kadar dar  ve kendisine devasa görünen binaların yalnızca dört katlı olduğunu farkettiğini söylemişti.

Çocukluğun büyüklükler, güçler, kuvvetler, uzunluklar gibi ölçütleri yordamaya çalışılan günlerinde; ‘kimin güçlü olduğu’ sorusu suçu hiç içermediği, suçlulukla hemhal güce su taşımadığı için tarihinin en masum pratiğini yaşıyor gibi görünüyor.

İşte Aleksey’in sorusu da; dört katlı bir apartmanın göğe uzanıp, uzayan sokağın sonunun dünyanın uzak bir yerinde bittiğini sandığı(ama gitmekten hiç de korkmadığı ve gitmek için hep ‘anne boşluğu’ kolladığı) bir zaman dilimine denk geliyor.

Meraklanmanın sırlarını kaybetmediği bir dönemde, üstelik çocuklarını seven, kollayan, sorularını yanıtlayan, çocuklarına fezaya gitme hayali kurduran bir ülkede Aleksey soruyor; “En güçlü kim?”

Anton’sa Aleksey’in sorusuna yetişmeye çalıştığı işinin arasından şaşırtmaca yapmayı ihmal etmeyerek bir vagonu taşıyan vinci göstererek; “Bir vagonu bile taşıyan şu vinci görüyor musun, işte o” yanıtını veriyor.
Lakin çocukları şaşırtmacalarla yalnız bir başka soruya geçişleri kadar oyalayabilirsiniz, Aleksey de şaşırtmacaya kapılmayıp ‘vinçten daha güçlü bir şey olup olmadığını’ soruyor.

Soruya soruyla yanıt veren kurnaz öğretmenlerinizi hatırlar mısınız? Kimi zaman büyüme çağınızın ‘kesin kendisi de cevabı bilmiyor’ havalılığına çarpsa da kimi zaman sahiden düşünmenize neden olmuşlardır.

Anton da Aleksey’e öyle yapıp sorularla sıkıştırmaya başlıyor. Bir vincin vagonu, onlarca vagonu ise bir lokomotifin taşıdığını, lokomotifleri ise denizin üstünde süzdürecek bir geminin olduğunu anımsatıyor ve “Hadi biraz da kendin düşün bakalım” diyor.

Vinci çalıştıran vinç operatörünü, lokomotifi tasarlayan mühendisi, gemileri yüzdüren kaptanı, tayfaları düşünüyor Aleksey; “Yani insanlar” diye mırıldanıyor.
Sıra Anton’un “O halde en güçlü kimmiş bakalım” sorusuna geldiğindeyse, Aleksey duraksamadan yanıtlıyor; “Bizleriz…”

Semadan yere çakılan ‘güç’

Aydınlanma’nın dünyaya bıraktığı bir miras; insanı, insan aklını yüceltmesi olmuştu. Roller değişmiş, iktidar semadan yeryüzüne doğru süzülmüştü. Bir adım ileri gidip söylersek; Aydınlanma’nın şiddetli rüzgarı tatlı bir yere süzülüş, yumuşak iniş değil, semadaki güç imgesini yere kafa üstü düşürmüştü diye bile tariflenebilir.

Sonra yeryüzünde de roller paylaşılmış, yeniden paylaşılmış, sahne kavgası verilmiş ve yeniden paylaşılmıştı.
Aleksey’in Anton’u sorularıyla, Anton’unsa Aleksey’i çapraz sorgusuyla kıstırdığı; vinç operatörünü, kaptanı, tayfaları, mühendisi; eli, aklı iş gören insanlığı anımsattığı dönem; insanlığın sahnenin tozunu attırdığı yıllara denk düşüyor olmalı.

Sovyet yazar Suslov; sosyalizmin de sahnede olduğu yıllarda; bir çocuğa neyin güçlü olduğunu; emeği işaret ederek hatta biraz da gözünde büyüterek ancak idealize etmeden anlatıyor.

‘En güçlü kim’; çocukluğun oranların peşinde koşan cetvelli dünyasında; sorulara izin verip tetikler, cesaretlendirirken; kısa yanıtsızlıkları düşkünleştirmeden, ‘insan’ yanıtına ulaştırıyor.

Güç kompozisyonunun; değersizlikler, haksızlıklar ve suçlarla marjlarının çizildiği ‘tuhaf yeni dünya’da, Suslov’un kitabı; ‘güc’ü hem semadan yere indiriyor, hem Gayya kuyusundaki kötülerin elinden alıp yukarıya, insanın hanesine yazıyor.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder